Günümüzde Türkiye’de yaşayan Adıgelerin durumuna şöyle bir kuş bakışı göz gezdirdiğimde gözüme takılanları sizlerle de paylaşmak istedim. Detaylara girmeden önce küçük bir açıklamada bulunmayı tercih ediyorum. Burada yazacaklarım bulunduğum yerden baktığımda bireysel olarak ne gördüğümdür. Farklı bölgelerde yaşayanlar farklı görüş, düşünce veya izlenimlere sahip olabilirler tabi ki. Hatta gördüklerim konusunda yanılıyor da olabilirim. Ancak altını çizmek istediğim nokta şu: bu satırları yazarken kimseyi eleştirmeye çalışmıyorum. Sadece basit ve yüzeysel bir analiz yaparak, olaylara ve durumlara göz gezdirdiğimde gözüme takılanları paylaşmak istedim.

Hepimizin bildiği üzere Adıgeler olarak dünyanın muhtelif yerlerine dağılmış durumdayız. Hiç bir bölge için sayılarımızı kesin olarak ifade edemediğimiz gibi konu ile ilgili en yakın tahminler bile birbirinden bayağı uzak diyebilirim. Örneğin Türkiye’deki Adıge nüfusu yaklaşık 1,5-6 milyon arasında farklı oranlarda tahmin ediliyor. Suriye krizi yeni başladığında bir arkadaşımla birlikte yaptığımız bir araştırma da bize Suriye’de (iç savaş öncesi için) yaşayan Adıge nüfusu için tahminlerin 30-100 bin arası olduğunu göstermişti. Tüm diasporaları incelediğimizde nüfus tahminlerimizin oran olarak bu değerlerden çok da farklı açıklıklarda olmadığını tahmin ediyorum.

Yaklaşık 45 ülkeye dağılmış olan toplumumuzu değerlendirdiğimizde tartışmasız en büyük nüfusa sahip olduğunu bildiğimiz Türkiye diasporasındaki Adıge’lere odaklandığımda burada çeşitli akımlardan etkilenen irili ufaklı bir çok gruba ayrıldığmızı görüyorum. Bunlardan en çok belirgin olanları; Çerkesya’cılar, Kafkasya’cılar, Birleşikçiler, Sosyalist Çerkesler, Müslüman Çerkesler, Emirlikçiler, İnsiyatifçiler, Türkçü Çerkesler vb. bir çok gruplar. Yazarken özel bir sıralama yapmadım. Ayrıca yine söyleyebilirim ki bu gruplardan birine mensup olan bazı Adıgeler aynı zamanda bir diğerinin de dönemsel destekçisi olabiliyor ya da bir anda kişiler arası bir çatışma nedeni ile taraf değiştirebiliyor. Gruplar arasındaki fikir ayrılıklarından olumsuz etkilenen bazı Adıge’ler ise karamsarlığa kapılarak tamamen Adıge (Çerkes) toplumundan uzaklaşmayı tercih edebiliyor. (Bunların sayısı önemsenmeyecek kadar az olsa da bana göre dikkat çekici bir durum). Ancak gerek Dernek/Vakıf vb. sivil toplum örgütlerimizde bulunanlar gerekse herhangi bir resmi yapıya üye olmadan bu fikir gruplarına mensup olanlarımızın toplam sayısını tahmin edilen nüfusumuza oranladığımızda neredeyse %1-%5 lik bir kesimin gelişmeleri takip ettiği ve/veya eder gibi göründüğü gerçeği ile yüzleşmek durumunda hissediyorum kendimi. Peki ya tartışmaların ve fikir gruplarının dışında kalan bu %95-%99 luk kesim ne yapıyor? İçinde bulunduğu topluma tam adaptasyon sağlama çabası ile asimilasyonun hızla Adıge milletini yok etmesine katkı sağlıyor gibi görünüyor.

Burada aklıma gelen soru ise şu: Bizlerin, yani Adıge toplumunun, özümüzü ve öz benliğimizi koruyarak bu günün dünyasına adapte olmamızın hiç mi yolu yok? Yoksa aslında var da kimse zahmete katlanmak mı istemiyor? Bireysel düşünceme göre en az bir yol mutlaka bulunabileceğine göre ikinci soruya odaklanıyorum. Bu durumda da karşıma şu soru çıkıyor: Zahmetten kaçarken daha zahmetli şeylere katlanmıyor muyuz? (Karma evlilikler sonucu gençlerimizin yaşadığı kültürel çatışma bunalımları ve sağlıksız gelişen aile yapıları nedeni ile yaşanan problemler ve bunların sosyokültürel etkileri gibi mesela).

Diğer yandan %1-%5 aralığında ifade ettiğimiz yapılara bakacak olursak anlamsız bölünmüşlüğün getirdiği fikir ayrılıklarının temelinde, insanlarımızın etkilendiği başkaca toplumların politik fraksiyonlarının uzantısı gibi hareket etmenin dışında bir yeni üretim, bir millete özgü politik duruş göremiyorum maalesef. Bu noktada son yıllarda toplumumuzu etkileyen bazı tartışma konularının kutuplaşma başlıklarına bir göz atalım istiyorum. Rastgele bir sıralama yaparak:

-“Çerkes” mi “Çerkez” mi doğru ifade (bugün güya toplum olarak “Çerkes”i kabul ettik ama daha başka kimseye kabul ettiremedik),

-“Alfabe latin temelli mi olmalı kiril temelli mi,

-“Adıgey Cumhuriyeti Adıgecesini mi kullanmalıyız yoksa Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Adıgecesini mi,

-Soçi’de 2014 olimpiyatları yapılsın mı, yapılmasın mı,

-Yaşadığımız yerlerde mi kalalım, geri mi dönelim,

-Çerkes tanımına hangi topluluklar dahildir, hangileri değildir,

-Çerkes ismini kullanmak mı daha doğru Adıge ismini mi,

-Dilin adını “Adıgece” olarak mı ifade etmemiz doğru yoksa “Çerkesçe” olarak mı,

-“Çerkes Sürgünü” ve “Soykırımı” ifadelerini kullanalım mı kullanmayalım mı,

-Abhaz Dernekleri diğer derneklerimizle birleşmeli mi birleşmemeli mi,

-…….

Yukarıda yazdıklarıma benzer bir çok örneği de sizler ekleyebilirsiniz tabi ki. Bizzat yüzleştiğim tartışmalardan şu anda aklıma gelenleri sıralamaya çalıştım sadece ve baktığımda gördüğüm şey ise çoğu anlamsız görünen tartışmalar.. Yani demek istediğim yalnızca Adıge toplumu olarak sonuçlandırabileceğimiz şeyler değiller. En kötü tarafı da bir çoğu için farklı fraksiyonların propagandalarına entegre edilmiş tartışmalara şahit oluyor olmamız. Çok daha az zaman ve emek harcayarak sonuçlandırabileceğimiz yukarıdaki benzeri bir çok fikir çatışmaları için, güya feodal toplumlar olarak yaşayan ve bugünkü bilgi ve teknolojiden yoksun olan atalarımızın bile sahip olduğu kadar sağlıklı işleyen kurumsal bir sistematiğimizin olmayışı ise en acı gerçeğimiz bana göre.

Elbette bin bir emek ve özveri ile bugünlere gelmiş bir çok örgütsel yapılarımız mevcut, inkar edemeyiz. Ancak bunlar arasında da ciddi organizasyon ve koordinasyon sorunları var ve bu dışarıda kalan %95-%99 oranındaki insanlarımızın ilgisizliğinin ya da tepkisel uzaklaşmasının artmasına büyük katkı sağlıyor. Tepki olarak ise toplumumuzdan ve xabzemizden uzak durmaya, diğer komşulukları ile edindikleri karma kültüre ve dejenerasyona yöneliyorlar.

Xabze demişken, o da ayrı bir muamma diyebilirim. 1980’li yıllardan itibaren bütün dünyada fırtına gibi esen küreselleşme (Globalization) sürecinin 2010’lu yılları neredeyse yarıladığımız şu günlere gelene kadarki etkilerinden hiç olumlu bir nasiplenme şansına erişememiş olan “XABZE” herkes için ayrı yorumlanır hale gelmiş. Öyle ki, tartışılması gereken geleneklerimizin günümüze nasıl uyarlanacağı konusu yerine, “xabze” diye mi yazalım yoksa “khabze” diye mi sorusu asıl meselenin önüne bile geçebildi zaman zaman..

Peki bizim insanlarımız bunlar ile uğraşırken diğer toplumlar neler yapıyor? Toplam coğrafyası Türkiye’nin küçük bir şehri kadar olan ve toplam nüfusu yine Türkiye’deki bir il kadar olan ve çok önceleri tam bağımsızlığını kazanmış ülkeler var dünya üzerinde. Kendi dilleri ile yaşayıp kendi teknolojilerini geliştirerek üretimlerini ve varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Farklı uluslar arası platformlarda söz sahibi olarak bugünün dünyasında uluslararası ilişkileri etkileyebiliyorlar.. Gıpta ediyorum..

Diyebilirim ki onlar da bu dünyada yaşıyor. Peki ya biz hangi dünyada yaşıyoruz?

M. Uğur NEMLİOĞLU
НЭМЭРЫКЪО

15 Ağustos 2013, Düzce

Click to rate this post!
[Total: 0 Average: 0]